22 Mayıs 2008 Perşembe

deyimler

DEYİMLERİN ÖYKÜSÜ
AVUCUNU YALA
(‘Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın’ anlamında kullanılan bir deyim.)
Bu
deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır.
Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur. Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. Başka yapacak bir şeyi yoktur.

AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI
(Bir zorluğu çözümlerken, bir engeli ortadan kaldırmaya çalışırken bazen hiç beklenmedik sürpriz olaylar çıkar ve daha büyük engeller karşınıza dikilir. Böyle durumlarda bu deyim kullanılır.)
Deyimin öyküOsmanlı tarihine dayanır. Yavuz Sultan Selimin Yemen’i Osmanlı topraklarına katmasından bir süre sonra Yemen’de isyan çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda Yemen Fatihi Sinan Paşa duruma hakim olmuş; Yemen bundan sonra 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştı.
Söylentiye göre Sinan Paşanın askerleri bir gün çölde konaklamış. Yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçlerini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar.
Bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum bulutu pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış.
Kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına:
-Biz Allah’ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir. Asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. Ulu tanrımız, Kabe’ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. Bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş.


ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMAK
(Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyim.)
19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.
-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.
-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?
-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,
-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!


ÇAM DEVİRMEK , POT KIRMAK
(Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir
deyim.)
Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış.
Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş.
Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş.
Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı’ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:
-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş.
Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.


DEVLET KUŞU KONMAK
(
Deyimin kullanıldığı söz gelişi: Beklenmeyen, büyük, önemli kısmet; şans.)
Bir rivayete göre, vaktiyle İran’da hükümdarlar öldüğü zaman, bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan, adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa, o adam ülkeye hükümdar olurmuş.
Gerçi
tarihte, gerek İsa’dan önce İran’da yaşayan Medler ve Persler, gerek İsa’dan sonra yaşayan kavimler zamanında, böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması, mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere, şans eseri gelenler için, ‘başına devlet kuşu kondu’ denmesi, yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa, yerinde ve anlamlı bir sözdür.

21 Mayıs 2008 Çarşamba

eskiden herşey daha güzeldi






Çember çevrilir,



Su musluktan içilir,



Ağaçlara tırmanılırdı.



Bebekler bezden, silahlar tahtadan,



Resimler kömür karasından yapılırdı.



Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin



İsimleri konulur



Saatli maarif okunurdu



Komşuda pişen, bize de pişer



Bizde pişen komşuya düşerdi



Geceler ayaz, sokaklar karanlık,



Yıldızlar parlak olurdu



Turşu, salça, mantı evde yapılır



Karpuz kuyuda soğutulurdu



Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır



Güz yaprakları bahçemize düşerdi



Kardan adam yapılır, evlerde soba yakılır



Kış gecelerinde masal anlatılırdı



Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi



Evler badanalı, sokaklar lambasız



Mahalleler bekçili olurdu



Ajans radyodan dinlenir



Çizgili roman okunur



Defterlere kenar süsü yapılırdı



Hayat, arkası yarın gibiydi



Kesintisizdi



Her gün yaşanacak bir şey vardı



Herkes kendi düşünü kurar



Kendi hayatını oynardı



Şimdi



Hayat tek perdelik bir oyun



Stand-up bir yalnızlık gibi



Şimdi



Herkes



Yoğun



Yorgun



Ve



Tek başına

CAN DÜNDAR

kumdan kaleler yıkılmak için kurulur



Bir yaz günü, plajda oturuyor, kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum.

Her ikisi de, deniz kıyısında, kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı.
Kale neredeyse tamamlanmışken , büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu.

Her şey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü.
Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların göz yaşlarına boğulmalarını bekliyordum.

Ama çocuklar beni şaşırttı.
Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp Yeni bir kale yapmaya girittiler.
Çocukların , o anda bana önemli bir ders öğrettiklerini fark ettim.
Yaşamımızdaki her şey, yaratmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf ettiğimiz her karmaşık yapı , aslında kumdan yapılmışlardır.
Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir.
Er ya da geç, bir dalga gelip, kurmak için yoğun çaba sarf ettiğimiz çalışmaları
anında yıkabilir. Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir....

16 Mayıs 2008 Cuma

bir erkek ne daha ne ister ki

Bir erkek neyi bekler?

Gercek 1 kadin bekler,


annesinin besledigi gibi onu besleyen



Evini temiz,pak ve sicak tutan,


Dir dir nedir bilmeyen,



Paranin kiymetini bilip alisveris etmeyen,

Bütün gün calisip,

Bütün gece dans edebilien,
Ve asla HAYIR! demeyen,


Asla basi agrimayan;


Ve her zaman tedbirli,



Yalniz kendisini sevecek,



Ve şımartacak bir kadın

BEKLER............................................... ÇOK BEKLER.............

15 Mayıs 2008 Perşembe

Bu dilden firar eden her söz, yaydan çıkmış ok gibi
Sözler bazen bir hazine bazen dermansız bir dert tipi
Geçmiş dünden bahsetmek lezzetsiz
Gelmemiş yarından hep mi şikayetçiyiz biz
Aklımın ipinin ucuda kaçmış, timsah katreleri boşalsın
Bir iki damla hiç değersiz
Hüzün ve kaderin pençesinde bir dev nam-ı-değersiz
Gece-gündüz ömürden yontar dünya dönmez yarensiz
Bugün ömrün yarım gün, serbest kalsın fikrim
Senin tozlarını silemez tenimden ellerim
Varlık ruhu terk eder gözüm gözünden ayrılınca
Bendeki aşk altın misali ağırlığınca
Sensiz benlik yokluk demek kalbim sana emekçi
Aşk denen illet çorak arazide tilki misal kurnaz bekçi
Başım sarkıt bir mahalsiz cümle yolumun önüne taş
Dudakların (?) halden çakır keyif dertdaş
Gören der ki sel ağzına bina yapmak aptal işi
Yel eserse kırmaz dişimi, kalp bir körse görmez bir şeyi
Saniyeler dakikalarla yapar alışverişi
Saatler seni alır benden korkarım olamaz gelişi
Hasret gözümün ışıklarını söndüren alçak misafir
Afitap sönük bir mum ayrılık hain bir zehir
Melek yanımda yüzünü saklar felek yüzüme kaş çatar
Bir tek bu hüznü sen boğarsın ipek tenin derime batsın
Rüzgar saçını süpürse mest olur bakışlarım
Adınla uyanır kulaklarım, yüzünle açar göz kapaklarım
En güzel şiirlerimle kaleme adını sayıklatırım
Odamın hayaletisin sessizliğine aşığım
Derdime çare baytarım yok
Dengeme destek tut ki durayım
Şafak güneşin fermanıı geçer acı tatlı sayılı zamanın sancısı
Ama melek bir yandan , şeytan bir yandan
Başım zindan yokluk var bu kaçıncı şikayetim bilmem
Kafamı duvara yasladım omuzların yanımda yok
Ahbaplar maymun iştah sahibi benim içim senle tok
Yok ki gücüm belki devler ülkesinde bücürüm
Sessizliğinle gelir hüznüm yokluğunda gömülü ölüyüm
Bu devranın binlerce sevgi müşterisinden biriyim
Yalnızlığıma küfrederim sensiz halden müştekilim
İlelebette dönmez olsan bil ki yalnız nöbetteyim
Hatalarıma savaş açtım her gün farklı kefendeyim
Hayat günlük defter yaprağı hazan gelir dökülür
Gelirken ne getirilir ki giderken ne götürülür
Dertle anlaş deva bul üzüntü kalbi sömürürür
Yüzüne baktığım her an cennetten bahçe görülür
Gülüşle şen değil gönül bucaklarında harabeler
Bu hilekar tavırla geçer fena saatler
Seni içeren masallarım anlatılacak kadar kısa değiller
Aşk ilinde bir tarafta cüceler diğer yanda devler
Derdime çare baytarım yok
Dengeme destek tut ki durayım
Şafak güneşin fermanıı geçer acı tatlı sayılı zamanın sancısı
Ama melek bir yandan , şeytan bir yandan
Başım zindan yokluk var bu kaçıncı şikayetim bilmem

keşke hocaların hepsi şeker gibi olsa

ŞEKER HOCA Celal Tilgen, Malatya'daki Şeker Camii'nin imamı. Lakabı, Şeker Hoca. Ama bu lakabı sadece camiye borçlu değil. Tilgen yani namı diğer Şeker Hoca, ülkenin en modern din adamlarından biri. Vaazlarını laptopla veriyor. Soruları internetten yanıtlıyor, vaaz arası reklam alıyor. Vaazını 'Malatyaspor Galatasaray'ı yensin, amin' diye bitiren ama kimseden tepki almayan bir din adamı
Şeker Hoca bir alem hoca: 'Peygamberimiz yaşasaydı cipe binerdi, zaten devenin de iyisine binmiş!' diyor.
Teravih namazında eli boş gelen kadınlara 'Televizyon programlarına börek çörek yapıp gidersiniz, buraya eliniz boş geliyorsunuz!' diye takılıyor.
Söylediklerini oya sunuyor, Cuma namazının farzını kıldırıp 'Memleketin 330 milyar dolar borcu var, haydi şimdi gidip çalışın!' diye cemaati işlerinin başına gönderiyor.
O Malatya'nın ünlü Şeker Camii'nin Şeker Hoca lakaplı imamı Celal Tigen. Basın Yayın Halkla İlişkiler mezunu. Yaşını sorduğumuzda '52 modelim!' diyor.
İşte sorular ve cevaplar: Cemaatiniz camiden taşıyormuş. Nedir bunun esbab-ı mucibesi?'Zebanilerden, cehennemde kaynayan kazanlardan, cehennem ateşinde yananlardan bahsetmem. Cami korkutma yeri değil, sevdirme yeridir. Adam camiye zaten dert, ızdırap içinde geliyor. Bir de cehennemden mi bahsedeceğiz?'
Camide promosyon uygulamanız varmış? 'Gelenleri caminin monoton havasından kurtarmak lazım. Camiye gelen çocuklara camiyi sevdirmek gerekir. Onlara sorular soruyorum, bilseler de bilmeseler de şehirler arası bilet, çeyrek, cumhuriyet altını veriyorum.
' Camilerde niye devamlı ayakkabılar çalınır? ' Bizde ayakkabılar kaskoludur. Ayakkabısı çalınana ayakkabı alıyorum.
' Hep böyle grand tuvalet mi giyersiniz?'İslam dini cübbe, sarık, takke ve tesbihten ibaret değildir. Peygamberimiz sıcak iklimde yaşadığı için entari giymişti.Kutuplarda yaşasa öyle mi giyecekti?'
Hurafeler ve batıl inançlara niçin bu kadar itibar ediliyor?'Şiddetle karşıyım. Gidiyorlar türbelere, çaputlar bağlıyorlar, ' Al sana göbek, ver bana bebek!' bunlarla uğraşıyorlar. Malatya'da Keşşaf Baba Türbesi var. Bir baktım kadınlar türbenin etrafında neredeyse içki kokteyli yapıyorlar. Yakını içki içen eline viski, şarap, rakı ne varsa mezara getirmiş. Şimdi bu adam kalksa bunları kovalasa haklı değil mi? Bunlar dini, takvim yapraklarında, cami diplerinde öğrendikleri için oluyor.
'Allah bilir sizin internet siteniz de vardır?'Cemaate; www.celalhoca.com.tr 'ye girin, sorular sorun dedim.Cemaat araştırmış. 'Hocam bulamadık!' dediler. Sitem yok, espri yapmıştım. Ama hazırlıkları yapılıyor, yakında olacak.
'Cuma Namazının farzını kıldırıp cemaati gönderdiğiniz oluyormuş, niye?'Bu memleketin 330 milyar dolar borcu var. Namazın farzını kıldırdıktan sonra; 'Haydi şimdi gidin çalışın, memleket düzlüğe çıksın!' diyorum.'
Sizden rahatsızlık duyanlar yok mu? 'Neşeli şeyler anlatıyorum diye çok tepki verdiler. Dini preslemişler, monoton hale getirmişler. İslam dini güler yüzlü bir din ama namazı bile somurtarak kılıyoruz.'
Şeker Hoca devam ediyor: 'Şeker Camii'ne yalınayak gelinmesini yasakladım. Ayağında mantar, egzama, başka bir hastalık olabilir. İnsanlar o ayakla basılan yere secde ediyorlar. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı'na cemaate galoş giydirelim dedim. Henüz alamadım ama 1000 tane alıp koyacağım camiye.'
***'Bir gün sabah namazı için camiye gelmiştim. Üstünde hırka olan birini gördüm ama çok karanlıktı, tanıyamadım.'Kimisiniz?' dedim, 'Turgut Özal'ım' dedi. O sırada Başbakandı. Korumalarını atlatıp gelmiş. Annesi Hafize Hanım'la tanıştırıp aile imamları olmamı, dini konularda onları yönlendirmemi ve yılda 5 kere hatim indirmemi istedi. 'Babam için 5 kere hatim indirmiyorum, ancak bir kere yapabilirim!' dedim. 'Peki öldükten sonra mezarıma 5 yıl boyunca gelip dua okur musun?' dedi. 'Ya Amerika'da, Arabistan'da ölürseniz, nasıl geleyim?' dedim, onu da kabul etmedim.Ama 4 yıl boyunca Özal ailesinin aile imamlığını yaptım.'
'Bir zaman cami yeni yapıldığı zamanlarda 4 avize gerekiyordu. Halde çalışan birine; 'Sen camiye avizeleri getir, ben senin reklamını yapayım!'dedim. Cami doluyken cemaate; 'Namazın farzı kaç diye sorsam aranızda bilen olur, bilmeyen olur. Haydi ondan da vazgeçtim, abdestin farzını sorsam onu da bilen olur, bilmeyen olur.. Ama kaliteli, ucuz sebze ve meyvenin hal binası No:47 Şahin Topaloğlu'nda satıldığını bilip oraya gidersiniz!' dedim. 15 gün sonra avizeleri getirdi. 'Hocam, gelen giden benim dükkanı soruyor, caminin başka ihtiyacı var mı?' diye sordu.'
***'Bir ara dünya kupası maçı vardı. Birkaç rütbeli kişi teravih namazını da, maçı da kaçırmak istemiyordu. 'Hocam ne yapacağız?' diye sordular. 'Teravihe gelin, hızlı kıldırıp sizi maça yetiştiririm!' dedim. Birkaç rekatı hızlı hızlı kıldırdım. Sonra biraz rolantiye almışım.Maça geciktiler.'Hocam ne yaptın? İyi gidiyordun,s onra birden yavaşladın?' dediler. 'Yahu radara yakalandık! Görmediniz mi, cemaatin arasında Malatya Müftüsü vardı?' dedim